Danıştay 10. Daire, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi kararının iptali talebini oy çokluğuyla reddetti. Milletlerarası andlaşmaların Meclis’te uygun bulunduktan sonra onaylanması yetkisinin Cumhurbaşkanında olduğu savunulan kararda, buna karşılık yine Cumhurbaşkanının yürütme faaliyetine ilişkin andlaşmaları feshetme yetkisini kullanırken yasama organının bir işlem tesis etmesine gerek bulunmadığı iddia edildi.
Kararda, “Cumhurbaşkanına tanınan takdir yetkisini kaldıracak şekilde bir yerindelik denetim yapamayız” denildi. Kadına yönelik şiddetin artacağı eleştirilerine karşılık ise kararda, hükümetin kadına yönelik şiddete karşı hayata geçirmeye çalıştığı uygulamalar olduğunun savunulması dikkat çekti.
Danıştay 10. Daire, kadınları her türlü şiddetten korumayı, kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önlemeyi amaçlayan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin 20 Haziran 2021 tarihinde feshedilmesine ilişkin Cumhurbaşkanı kararının iptali davasında nihai kararını verdi. Adli tatile bir gün kala açıklanan karar uyarınca iptal istemi oy çokluğuyla reddedildi.
Karar 2’ye karşı 3 oyla alındı. Daire Başkanı Yılmaz Akçil, AKP döneminde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde hukuk müşaviri olarak görev yaparken Erdoğan tarafından Danıştay üyeliğine seçilen Lütfiye Akbulut ve Metin Arıcı’nın ret kararının altında imzası yer aldı.
Kesin olmayan karara karşı, tebliğ tarihini izleyen 30 gün içerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na başvurulabilecek.
Danıştay kararının gerekçesi
37 sayfalık kararın 26 sayfası kararın gerekçesi, 11 sayfası ise iki üyenin muhalefet şerhi oldu. Kararda, dava açanların “TBMM onayı olmadan Cumhurbaşkanı İstanbul Sözleşmesi’ni tek taraflı olarak feshedemez” tezine karşı açıklamalar yapıldı.
Kararda milletlerarası andlaşmaların imzalanmasının ve yürürlüğe konulmasının yürütme organına ait olduğu anlatıldı. Milletlerarası andlaşmaları değiştirme yetkisinin de yine yürütme organına ait bir yetki olduğu savunulan kararda, bu konuda yasama organına sadece onaylanmanın uygun bulunması kanunu çıkarma yetkisi tanındığı iddia edildi.
“Sözleşmede onaylama yetkisi Cumhurbaşkanında”
Yasama organının uygun bulduğu bu kanunun tek hukuki sonucunun, Cumhurbaşkanına bir takdir yetkisini kullanma imkanını vermek olduğu iddia edilen kararda, bu aşamadan sonra Cumhurbaşkanının milletlerarası andlaşmayı onaylayıp onaylamama konusunda takdir yetkisine sahip olduğu, son aşamada onaylanarak yürürlüğe konulması hususlarında olduğu gibi “yürütme yetkisi” dahilinde bulunduğu aktarıldı.
Öte yandan; Anayasa veya yürürlükteki diğer mevzuatta sözleşmelerin feshedilmesi konusunun kanunla düzenleneceğine ilişkin herhangi bir hükmün bulunmadığı belirtildi. Kararda, bu nedenle sözleşmenin feshi kararının dayandırıldığı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 9. maddesinin 3. fıkrasının “konu bakımından yetki kurallarına uygun” olduğu savunuldu. Diğer yandan uluslararası sözleşmelere son vermeyi düzenleyen Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 9. maddesinin 3. fıkrasının içeriğinde temel hak ve özgürlüklere ilişkin herhangi bir hüküm bulunmadığı belirtildi. Kararda, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin hükümlerinin temel hak ve özgürlükler ile ilgili Anayasa’nın 104. maddesinin 17. fıkrasındaki Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ile düzenlenemeyecek hususlara ilişkin olmadığı öne sürüldü.
“Meclis’in fesih yetkisi yok”
Milletlerarası andlaşmaların sona erdirilmesinin yürütme yetkisinde olduğu belirtilen kararda, TBMM’ye milletlerarası andlaşmaların feshedilmesine ilişkin olarak Anayasa ve kanunlarda herhangi bir görev veya yetki verilmediği iddia edildi.
“Cumhurbaşkanı onaylamazsa andlaşma yürürlüğe girmez”
Cumhurbaşkanı’nın, Devletin başı olarak ve Devlet Başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil etmekte olduğu ifade edildi. Yürütme organı tarafından imzalanan ve onaylanması TBMM tarafından kanunla uygun bulunan milletlerarası andlaşmaların doğrudan uygun bulma kanununun yayımlanmasıyla yürürlüğe girmediği anlatılan kararda, bunun Anayasa uyarınca Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak Resmi Gazete’de yayımlanması halinde yürürlüğe girdiği kaydedildi.
Milletlerarası andlaşmaların Türkiye Cumhuriyeti’nin güncel menfaatleri yararına olup olmadığı konusunda son değerlendirmenin Cumhurbaşkanı tarafından yapılacağı iddia edildi. Kararda, “Milletlerarası andlaşmaların onaylanması veya sona erdirilmesine yönelik işlemler, nitelikleri itibarıyla hem iç hukukta hem de milletlerarası hukukta sonuç doğurmakta olup, yukarıda da belirtildiği üzere Cumhurbaşkanına devletin başı olması nedeniyle bu işlemlere dair yetkiler tanınmıştır” denildi.
“Erdoğan’ın takdir yetkisini kaldıramayız”
9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 3. maddesi ile bir milletlerarası andlaşmayı onaylama veya sona erdirme konusunda Cumhurbaşkanına tam bir yetki tanınarak bu işlemlerin Cumhurbaşkanının takdirine bırakıldığı belirtilen kararda, şu değerlendirme yapıldı:
“Bu itibarla, Cumhurbaşkanına devletin başı sıfatına istinaden tanınmış olan takdir yetkisi gereğince ve aynı zamanda milletlerarası hukuk çerçevesinde tesis edilen dava konusu Cumhurbaşkanı Kararının yargısal denetiminin, diğer idari işlemlerin tabi olduğu yargısal denetimle aynı esaslar doğrultusunda yapılamayacağı açık olup, Cumhurbaşkanına tanınan takdir yetkisini kaldıracak şekilde bir denetim yapılması milletlerarası andlaşmaların sona erdirilmesine ilişkin Cumhurbaşkanı kararlarının Anayasa’nın açık hükmüne aykırı şekilde yerindelik bakımından denetime tabi tutulması anlamına gelecektir.”
Öte yandan; Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca milletlerarası andlaşmaların Anayasa’ya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulması mümkün olmadığı ifade edilen kararda, AYM’nin anayasal denetimin ancak şekil yönünden yapabileceği savunuldu. Kararda, Cumhurbaşkanının yürütme faaliyetine ilişkin andlaşmaları sona erdirme yetkisini kullanırken yasama organının bir işlem tesis etmesine gerek bulunmadığı iddia edildi.
Kararda iktidarın uygulamaları anlatıldı
Öte yandan kararda, iktidarın kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda yaptıkları da Danıştay tarafından gerekçe yapıldı. Kadınlarla ilgili 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ve Türk Ceza Kanunu’nda düzenlemeler olduğu anlatılan kararda, ayrıca İnsan Hakları Eylem Planı’nda buna ilişkin vaatler sıralandı.
Eylem planında belirlenen hususların hayata geçirilmesi noktasında 14 Temmuz 2021 tarihli yasa değişikliği uyarınca kadına yönelik şiddetin “boşandığı eş/eşe” karşı işlenmesi ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, kasten öldürme, kasten yaralama, eziyet gibi suçların kişinin boşandığı eşine karşı işlenmesi halinin ağırlaştırıcı neden olarak kabul edildiği anımsatıldı.
Belirlenen diğer faaliyetlere yönelik çalışmaların da devam ettiğinin gözlemlendiği anlatılan kararda, şu sonuca varıldı:
“Bu kapsamda; kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve şiddet mağdurlarının korunması amacıyla iç hukukumuzda, Anayasa ve 6284 sayılı Kanun başta olmak üzere birçok düzenlemenin bulunmakta olduğu, bu düzenlemelere dayalı uygulamaların da belirlenen plan dahilinde hayata geçirildiği anlaşılmaktadır. Bu itibarla; Anayasa tarafından verilen temsil yetkisi ve 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine istinaden tesis edilmiş olan dava konusu Cumhurbaşkanı Kararında hukuka aykırılık bulunmadığı ve davanın reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.”
Muhalif üyeler ne yazdı?
Karara muhalefet eden Danıştay üyeleri İbrahim Topuz ve Ahmet Saraç ise Erdoğan’ın İstanbul Sözleşmesi’ni iptal etmesine olanak veren Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3. maddesinin 1. fıkrasında yer alan düzenlemenin anayasaya aykırı olduğunu bildirdi. İki üye, bu yetki düzenlemesinin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurularak dava açılmasını istedi.
Dava konusu Cumhurbaşkanı kararının dayanağını teşkil eden 9 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin ilgili hükmünün anayasaya aykırı olduğu belirtilen karşı oy yazısında, ayrıca anılan ibarenin “hiçbir kimse veya organın, kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağı” ve “yasama yetkisinin devredilemeyeceği”ne ilişkin anayasa hükümlerine aykırı olduğu görüşüne yer verildi.
“Yürütme organı tek yetkili değil”
Anayasa’da milletlerarası andlaşmaların onaylanmasının Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin uygun bulma kanununa bağlanmak suretiyle bu yetki yürütme ve yasama organı arasında paylaştırıldığı belirtilen karşı oy yazısında, “Bu durumda; Anayasanın 90. maddesinin 1. ve 4. fıkraları kapsamındaki milletlerarası andlaşmaların onaylanması yetkisinin sadece yürütme organına ait olmadığı açıktır” denildi.
Bu kapsamdaki milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde olduğu belirtilen yazıda, anılan andlaşmaların feshedilmesine ilişkin işlemlerin Cumhurbaşkanının yürütme yetkisinde olmadığı, TBMM’nin yasama faaliyetine ilişkin olduğu vurgulandı. “Bu nedeniyle, Anayasanın 104. maddesinin 17. fıkrası uyarınca Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenlenmesi mümkün değildir” denildi.
“Kanun halen yürürlükte'”
Yetkide ve usulde paralellik ilkesi gereğince, bir işlemin hangi usule uyularak tesis edilmişse aynı usule uyularak geri alınması, kaldırılması veya feshedilmesi gerektiği belirtilen karşı oy yazısında, şu değerlendirme yapıldı:
“Bu itibarla; TBMM’nin uygun bulma kanunu uyarınca onaylanarak yürürlüğe giren bir uluslararası sözleşmenin feshi ancak TBMM’nin uygun bulma kanununu yürürlükten kaldırması veya sona erdirmeyi uygun bulduğuna ilişkin yeni bir kanun çıkarması sonrasında alınacak bir Cumhurbaşkanı kararı ile mümkün olabilecektir.”
“Hukuk devletinin ihlali”
Cumhurbaşkanlığı’nın İstanbul Sözleşmesinden neden çekilindiği konusunda hukuken geçerli bir gerekçeye yer veremediğine dikkat çekilen yazıda, şu uyarıda bulunuldu:
“İdareye tanınan takdir yetkisinin kullanımı mutlak ve sınırsız olmayıp, kamu yararı ve hizmet gerekleri ile sınırlı olduğundan, yetki, şekil ve konu ögeleri yanında takdire dayanan işlemlerin sebep ve amaç ögeleri yönünden de yargı denetimine tabi bulunduğu kuşkusuzdur. Bu anlamda idareye tanınan takdir yetkisinin kullanımı keyfilikten ziyade kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun olmak zorundadır. Aksi bir düşünce Hukuk Devletinin ihlali sonucunu doğurur.”
“Kadına karşı şiddet artarak devam ediyor”
İki üye, kadına yönelik şiddetin arttığına işaret ederken, “kadın-erkek eşitliğine ilişkin anayasal ilke ve bu konuda Devlete yüklenen pozitif yükümlülük ile İstanbul Sözleşmesi onaylanmak suretiyle taahhüt edilen uluslararası yükümlülükler ve kadına karşı şiddetin artan bir şekilde devam etmesi, ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’ konusunda farkındalığın arttırılmasını zorunlu kılmaktadır” dedi.